Istanbul’da iki aydan fazla vakit geçirmenin en keyifli yanı artık ne boğazda balık yemek ne de Spolin Atölyeleri (sözüm Spolincilerden dışarı:) )… Yeğenim Defne ile oynamak.
Defne artık neredeyse bir buçuk yaşında ve tabiri caizse, bir avuç arı! Sabah 7.30’da gözlerini açıyor, gülücükler, mırıldanmalar, ayaklarını öptürmeler derken oyun başlıyor, ta ki öğlen uykusuyla şarj vakti gelene kadar… Uyku sonrasında da harekete devam tabii ki. Her gün yeni kelimeler öğreniyor, ‘Oku’, ‘Biyy, ikii’ ‘Gaga’ ve ‘Haa’ (Hala;) bunlardan sadece birkaçı. Annesi Şebnem Defne’nin peşinde koşup oynamaktan bitap 🙂
Defne ile geçen günler benim için bir rüya! Başka bir dünyaya yolculuk gibi, huzurlu, hep neşeli ve her an ‘şu anda’, oyunda. Her saniye birşey öğreniyor, her sesi duyuyor, herşeyi görüyor, hiçbir şeyi kaçırmıyor duyuları ve sezgileri. Artık bahçeli bir evde oturuyorlar, Defne ağaç kovuklarına elini sokup küçücük birşeyler çıkarıp veriyor küçücük elleri ile, çamların iğnelerini topluyor, ve yan bahçedeki köpeğimiz Güçlü (hau diye havlayan), horoz (üürrü’üü diye öten) ve ‘Biyi biyi’ diye çağırdığımız tavuklar en yakın arkadaşlarımız… Dedim ya size, başka bir dünya!
En sevdiği şeylerden biri bahçenin evin yanına denk gelen boş bölümüne dalmak, aşağı doğru alıp başını yürümek. Yan tarafta tavukları ve Güçlü’yü izlemek. Tabii yanında biz oluyoruz hep, tavukları izlerken elele tutuşuyoruz. Özellikle de ben onu her an kucağıma alabilecek bir pozisyonda yakın tutuyorum, çünkü bir keresinde horoz aniden çok yakınımıza gelip bizi korkutmuştu.
İşte bahsedeceğim konu da bu; korku.
Bahçenin sol yanından aşağı inip tavukları izlerken bazen sessiz oluyor bahçe, tavuklar hareket halinde, Defne büyük bir merakla izliyor onları, ve yaklaşıyor yavaş yavaş. Arada tel örgü var, setin üstüne çıkmak istiyor ve tellere tutunarak onları yakından izlemek. Bir yandan da hissediyorum hafif hafif tedirginliğini ‘Cüclü del del!’ (Güçlü gel gel) derken. Bir keresinde bana ‘Haa kookoo’ dedi, bir yandan tavuklara yaklasmaya calısırken. Bir keresinde de bahcenin kenarında gri bir kedi vardı, Defne elimi sıkıca tutup adımlarını büyük büyük atarak kedinin yanına yaklasmak üzere ilerledik. Ben ne olur ne olmaz cok yaklastırmadım, ama o daha da yaklasmak istedi. Biraz uzaktan pisi pisi diye cagırdık kediyi ama gelmedi. Sessizce baktık ona biraz uzaktan. Defne’nin içinde hafif korku hafif tedirginlik ve büyük bir merakla elimi sıkıca tutup adımlarını büyük büyük atması hiç aklımdan gitmeyecek . Ne kadar da değerli bir o an!
Kendimin korku, merak ve cesaretle hayata yaklaştığım anlar geliyor aklıma; korkularıma yenik düşmeyip daha büyük adımlar attığım, bir yandan tedbir almaya çalıştığım anlar (Elinizi tutan biri olması en büyük tedbir belki de). Bu hissi hiç kaybetmesin Defne diye düşündüm. Gurur duydum miniğimle. Hayatın tamamı belki de o bahçede yaşananlardan farklı değil, sürekli hareket halinde, oyunla dolu, bazen birileri sizinle oynamadığında hayal kırıklığı, köşeden sevdikleriniz çıktığında mutlulukla.
Korku ise çok ilginç bir duygu. Birçok tepkinin, birçok ilişkinin, birçok tercihin ana sebebi, korku. Birçoğumuzun eğitiminde ana araç korku. Büyük çerçevede gördüğünüzde korku üzerine devlet politikaları kuruluyor, Rusya’dan korkun, Japonya’dan korkun, şimdi de Ortadoğu’dan korkun politikası ile Amerika bütçesinin yüzde 40’ını askeriyeye ayırıp dünyayı yönetiyor. Toplumun çekirdeğinde ise, babandan korkmakla başlayan korku kültürü, öğretmeninden, doktordan, polisten, zamanla her türlü otoriteden korkmakla devam edip, daha sonra parasızlıktan, yalnızlıktan, başarısızlıktan korkmakla hayatta en belirleyici rolü ele geçirebiliyor.
Özellikle de kadınların korkularla yüklendiğini görüyorum ben. En başta aileleri tarafından. Türk kültüründe daha da fazla. Çünkü ‘avcı ve toplayıcı’ olması beklenen erkeğin cesurca hayata atılması gerekirken, kadından sofrayı kurması bekleniyor. Dış dünya tehlikelerle dolu olduğundan kadını tehlikelere karşı koyacak şekilde eğitmek yerine, ona evinden uzaklaşmamasını öğütlemek işimize geliyor genelde. Hepimizin içinde olan doğal korkular kadınlarda açığa çıktığında, ‘Üstüne yürü korkunun, temkinli ol ama korkak olma’ diyen az bulunuyor maalesef. Çok fazla kadın tanıyorum korkuları yüzünden içlerindeki potansiyelin farkına bile varamıyorlar.
Neyse ki nesil değişiyor. Alışkanlıklar, hayata bakışlar yenileniyor. Güçlü ve atılgan olmak erkeğe mahsus birşey olmaktan çıkıyor, ya da ben pozitif gözlerle böyle görmek istiyorum.
Bu arada yan bahçedeki köpeğimiz Güçlü dişi. Defne’yi de çok seviyor, bakışlarından anlaşılıyor. Ne de olsa Defne de güçlü, nasıl da yürüyor üstüne üstüne korkularının! Siz de yürüyün, yaklaşın kediye, yaklaşın yaklaşın 🙂
26Temmuz2013
0 comments on “Defne ve Korku”