New York’ta çektiğimiz eğitim filmi, Spolin doğaçlamasının yaratılış süreci ve oyuncu, yönetmen ve eğitmenlerin bu tekniği nasıl kullandıkları, Spolin’in felsefesinin nerelere uzandığı ve SPOLIN-IST’in Türkiye’deki işlerinden bahsediyor. Bu playlistten 5 bölümlük filmi izleyebilirsiniz. İngilizce bölümler için altyazınız açılmazsa alt köşedeki CC’ye tıklayıp aktive edebilirsiniz. İyi seyirler!
Kategori: Türkçe
SPOLIN-IST Egitim Videosu – Bölüm 5 ; Neler Oluyor?
SPOLIN-IST Egitim Videosu – Bölüm 1 / Ne Olmustu?
www.spolinist.com
Spolin Dogaclaması – New York'ta ilk deneyimler
Spolin Doğaçlaması ile 2007’de tanıştım. New York’taki oyunculuk okuluna başladığımda korkulu rüyam doğaçlama derslerinde ‘Ne diyeceğim?’ di. Yazılı teksti ezberleyip oynamak bir nebze mümkün görünüyordu, ama doğaçlamak?! Hele hiç güvenmediğim ingilizcemle karşıdaki oyuncunun ne dediğini anlamazsam ne olacaktı?! Tüm bu korkularla ilk dersler başladı. Fakat dersler başlar başlamaz korkularım nereye gittiler bilmiyorum ama kendimi inanılmaz eğlenirken, karnım patlayana kadar gülerken, ve bazen de tüylerimi ürpertecek deneyimler yaşarken buldum. Daha sonraları anladığım; önemli olan neyi ne kadar bildiğin değil, bildiğin ve bilmediklerinle rahat olmandı.
İlk başta yaptığımız şeylerin Spolin Doğaçlaması olduğunu bilmiyordum, tıpkı okulun kurucularından biri olan Paul Sills in kim olduğunu bilmediğim gibi. Yaptığımız egzersizler çok keyifliydi, ve derslerin sonunda kendimi hafiflemiş ve ‘herşeyi yapabilirim’ gibi hissettiğimi hatırlıyorum.
Derken bir çarşamba günü okula misafir bir yönetmen geldi. (Her çarşamba Mike Nichols‘ın masterclass’ı olurdu, o gelemiyorsa bir misafir hoca/yönetmen konuk olurdu) 2. sınıftaki Nick ve Sydney misafir yönetmen icin bir sahne hazırlamışlar ve sahnede bir de garson karakteri varmış ama arkadaşları o gün okula gelmemiş, yemek arasında ‘Sen yapar mısın?’ diye sordular, ben de tamam dedim, herhalde bir tepsiyle birşeyler getirip götürecegim diye düşünerek… Sonra teksti vererek beni dehşete düşürdüler, çünkü bir buçuk sayfalık bir bölümdü oynayacagım, sahnelerinin de sonu. Yani birçok gerçeğin ortaya çıktığı önemli bir bölüm. Sydney ve Nick benle o bölümü birkaç kez okudular, sonra kendi başlarına prova yapmak üzere uzaklaştılar. Ben dehşet içinde 20 dakika sonra başlayacak olan sahneye hazırlanmak için replikleri tekrar etmeye başladım. Ardından yönetmen geldi, sahnelerine başladılar, ben de kuliste girişimi beklemeye…
O 5-10 dakika içinde kuliste kendi kendime birşeyler yaptım. Neredeyim? Orayı görebilir miyim? Kokuları alabilir miyim? Sesleri duyabilir miyim? Bunların bana, bedenime etki etmesine izin verebilir miyim? Bir de sakız çiğniyordum, bana kısa sürede kendi normal halimden farklı olabilmek için fiziksel bir uğraş vermişti agzımdaki koca sakız (Daha önce hiç bir barda garsonluk yapmamıştım). Sıram geldi, sahneye çıktım, oynadık, sahne bitti, girişime güldüklerini hatırlıyorum, kazasız sonuçlandı sahne. Ders bittiğinde yönetmen gelip beni çok komik bulduğunu söyledi, arkadaşlarım ‘sahneyi çaldığımı’ (Burada bir oyuncu sahne içinde öne çıkınca öyle deniyor). Kısacası tahmin ettiğimden çok daha pozitif bir deneyim oldu bu apar topar çalışıp kendimi sahneye attığım minik rol.
Bu söylenenlerden sonra hemen ‘Ne yaptım da böyle bir sonuç aldım? Bunu hiç unutmamam lazım’ dedim kendi kendime. Ve kuliste yaptıklarımı hatırladım. Hepsi doğaçlama dersinin ilk haftalarında yaptığımız egzersizlerin bir uyarlamasıydı. Bu, benim için büyük bir aydınlanma oldu, ve bu aydınlanma ile beraber daha da özgür ve korkusuz doğaçlama deneyimleri yaşamaya başladım. Belki de SPOLIN-IST in temelleri o eski püskü dekor parçalarının, derme çatma bir tiyatro kütüphanesinin, bolca kablonun oldugu açık mavi kapılı kuliste atıldı…
Asagıdaki klipte, Cuma Gecesi Doğaçlama Gösterisinin başlangıcında o akşamın ekibi ile bir hikaye doğaçlıyoruz:
Eylül’de sanatçılar için açacagımız atölyeler dısında kurumsal eğitimlerimizle de doğaçlamanın etki alanını genişletmeye hazırlanıyoruz. Oyuna katılın, deneyime atılın, kendinizi sasırtacaksınız…
Defne ve Korku
Istanbul’da iki aydan fazla vakit geçirmenin en keyifli yanı artık ne boğazda balık yemek ne de Spolin Atölyeleri (sözüm Spolincilerden dışarı:) )… Yeğenim Defne ile oynamak.
Defne artık neredeyse bir buçuk yaşında ve tabiri caizse, bir avuç arı! Sabah 7.30’da gözlerini açıyor, gülücükler, mırıldanmalar, ayaklarını öptürmeler derken oyun başlıyor, ta ki öğlen uykusuyla şarj vakti gelene kadar… Uyku sonrasında da harekete devam tabii ki. Her gün yeni kelimeler öğreniyor, ‘Oku’, ‘Biyy, ikii’ ‘Gaga’ ve ‘Haa’ (Hala;) bunlardan sadece birkaçı. Annesi Şebnem Defne’nin peşinde koşup oynamaktan bitap 🙂
Defne ile geçen günler benim için bir rüya! Başka bir dünyaya yolculuk gibi, huzurlu, hep neşeli ve her an ‘şu anda’, oyunda. Her saniye birşey öğreniyor, her sesi duyuyor, herşeyi görüyor, hiçbir şeyi kaçırmıyor duyuları ve sezgileri. Artık bahçeli bir evde oturuyorlar, Defne ağaç kovuklarına elini sokup küçücük birşeyler çıkarıp veriyor küçücük elleri ile, çamların iğnelerini topluyor, ve yan bahçedeki köpeğimiz Güçlü (hau diye havlayan), horoz (üürrü’üü diye öten) ve ‘Biyi biyi’ diye çağırdığımız tavuklar en yakın arkadaşlarımız… Dedim ya size, başka bir dünya!
En sevdiği şeylerden biri bahçenin evin yanına denk gelen boş bölümüne dalmak, aşağı doğru alıp başını yürümek. Yan tarafta tavukları ve Güçlü’yü izlemek. Tabii yanında biz oluyoruz hep, tavukları izlerken elele tutuşuyoruz. Özellikle de ben onu her an kucağıma alabilecek bir pozisyonda yakın tutuyorum, çünkü bir keresinde horoz aniden çok yakınımıza gelip bizi korkutmuştu.
İşte bahsedeceğim konu da bu; korku.
Bahçenin sol yanından aşağı inip tavukları izlerken bazen sessiz oluyor bahçe, tavuklar hareket halinde, Defne büyük bir merakla izliyor onları, ve yaklaşıyor yavaş yavaş. Arada tel örgü var, setin üstüne çıkmak istiyor ve tellere tutunarak onları yakından izlemek. Bir yandan da hissediyorum hafif hafif tedirginliğini ‘Cüclü del del!’ (Güçlü gel gel) derken. Bir keresinde bana ‘Haa kookoo’ dedi, bir yandan tavuklara yaklasmaya calısırken. Bir keresinde de bahcenin kenarında gri bir kedi vardı, Defne elimi sıkıca tutup adımlarını büyük büyük atarak kedinin yanına yaklasmak üzere ilerledik. Ben ne olur ne olmaz cok yaklastırmadım, ama o daha da yaklasmak istedi. Biraz uzaktan pisi pisi diye cagırdık kediyi ama gelmedi. Sessizce baktık ona biraz uzaktan. Defne’nin içinde hafif korku hafif tedirginlik ve büyük bir merakla elimi sıkıca tutup adımlarını büyük büyük atması hiç aklımdan gitmeyecek . Ne kadar da değerli bir o an!
Kendimin korku, merak ve cesaretle hayata yaklaştığım anlar geliyor aklıma; korkularıma yenik düşmeyip daha büyük adımlar attığım, bir yandan tedbir almaya çalıştığım anlar (Elinizi tutan biri olması en büyük tedbir belki de). Bu hissi hiç kaybetmesin Defne diye düşündüm. Gurur duydum miniğimle. Hayatın tamamı belki de o bahçede yaşananlardan farklı değil, sürekli hareket halinde, oyunla dolu, bazen birileri sizinle oynamadığında hayal kırıklığı, köşeden sevdikleriniz çıktığında mutlulukla.
Korku ise çok ilginç bir duygu. Birçok tepkinin, birçok ilişkinin, birçok tercihin ana sebebi, korku. Birçoğumuzun eğitiminde ana araç korku. Büyük çerçevede gördüğünüzde korku üzerine devlet politikaları kuruluyor, Rusya’dan korkun, Japonya’dan korkun, şimdi de Ortadoğu’dan korkun politikası ile Amerika bütçesinin yüzde 40’ını askeriyeye ayırıp dünyayı yönetiyor. Toplumun çekirdeğinde ise, babandan korkmakla başlayan korku kültürü, öğretmeninden, doktordan, polisten, zamanla her türlü otoriteden korkmakla devam edip, daha sonra parasızlıktan, yalnızlıktan, başarısızlıktan korkmakla hayatta en belirleyici rolü ele geçirebiliyor.
Özellikle de kadınların korkularla yüklendiğini görüyorum ben. En başta aileleri tarafından. Türk kültüründe daha da fazla. Çünkü ‘avcı ve toplayıcı’ olması beklenen erkeğin cesurca hayata atılması gerekirken, kadından sofrayı kurması bekleniyor. Dış dünya tehlikelerle dolu olduğundan kadını tehlikelere karşı koyacak şekilde eğitmek yerine, ona evinden uzaklaşmamasını öğütlemek işimize geliyor genelde. Hepimizin içinde olan doğal korkular kadınlarda açığa çıktığında, ‘Üstüne yürü korkunun, temkinli ol ama korkak olma’ diyen az bulunuyor maalesef. Çok fazla kadın tanıyorum korkuları yüzünden içlerindeki potansiyelin farkına bile varamıyorlar.
Neyse ki nesil değişiyor. Alışkanlıklar, hayata bakışlar yenileniyor. Güçlü ve atılgan olmak erkeğe mahsus birşey olmaktan çıkıyor, ya da ben pozitif gözlerle böyle görmek istiyorum.
Bu arada yan bahçedeki köpeğimiz Güçlü dişi. Defne’yi de çok seviyor, bakışlarından anlaşılıyor. Ne de olsa Defne de güçlü, nasıl da yürüyor üstüne üstüne korkularının! Siz de yürüyün, yaklaşın kediye, yaklaşın yaklaşın 🙂
SPOLIN ATOLYESI için yola çıkmalı!
New York-Istanbul uçuşu öncesi son hazırlıklar başladı. Bu defa ajandamızda Alla Turca ile Devr-i Alem projesinin bir ayağı olan ünlü klarinetçi Chen Halevi ve Istanbul Trio‘nun beraberce gerçekleştireceği Istanbul Temaları Üzerine Fantezi eserinin kaydı, ve SPOLIN-IST ile SPOLIN DOGACLAMA ATÖLYELERİ var. Spolin tekniği New Actors Workshop’dan mezun olduğum günden bu yana bana oyuncu, yazar ve eğitmen olarak çok şey öğretiyor. Kasım ayında bu öğrenme sürecinin bir parçası olacak yeni katılımcılarla tanışmayı iple çekiyorum.
9-17 Kasım arası SPOLIN BIR, 20-26 Kasım arası SPOLIN IKI atölyesi için kayıtlar devam ediyor, kontanjanımızda hala yer var! İşte SPOLIN-IST in websitesinde bir paragraf:
Doğaçlamanın büyükannesi Viola Spolin’in yarattığı metodun Türkiye’deki adresi SPOLIN-IST 2009′dan bu yana düzenlediği atölye çalışmalarına bir yenisini ekliyor.
Başlangıç seviyesi (SPOLIN BİR) atölyesinin ardından ileri seviye atölyelerle eğitime devam eden oyuncularla ilerleyen aşamalarda bir performans grubu oluşturacak olan SPOLIN-IST’in kurucusu Ege Maltepe, aynı zamanda Spolin’in ”IMPROVISATION FOR THE THEATER” isimli Amerikalı oyuncu ve yönetmenlerce ‘kutsal kitap’ olarak adlandırılan kitabını ”TİYATRO İÇİN DOĞAÇLAMA” ismi ile Türkçe’ye çeviriyor.
Defne ve Öylece Donakalmak
Yeğenim Defne 8 aylık. Kendisi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde doğumundan bu yana sanki bir ortaokul aşkı gibi rüyalarıma giriyor. Istanbul’da onu görmeye giderken kalbim pır pır ediyor, havaalanına adım atar atmaz Defne’yi ne zaman görebilirim diye hesaplar yapmaya başlıyorum. Uzakta olmak kolay değil… bir rakı-balık özlemi bir de Defne özlemi…
Defne çok hareketli bir bebek. Aşağıdaki videonun bir anlam ifade etmesi için bu bilgiyi önceden vermem gerekli. Hep bir zıplama, hoplama, önüne gelen herşeyi avuçlama, ayağa kalkma çabaları içinde.
New York’daki fırtına haberlerini duyduktan sonra skype’laştığımızda kamera karşısında yine hareket halindeydi. Ta ki Emir piyano çalmaya başlayana kadar. Mozart’ın ”Daha Dün Annemizin…” diye bildiğimiz Fransız çocuk şarkısının melodisine yazdığı varyasyonlardan biraz çaldı Emir, ben de kamerayı ona yönlendirdim. Defne öylece kalakaldı. Mozart’ın çocuklara etkisini hepimiz biliyoruz. Defne’nin donakalışının bir sebebi de ilk defa piyano görüyor olmasıydı. Tabii o, bu basınca ses cıkaran şeyin ‘piyano’ olduğunu bilmiyor. Etiket koymuyor gördüklerine. O etiketleri ‘Bak bu piyano’ diyerek biz öğretiyoruz ona.
Annesi Şebnem, hemen ardından geçen hafta Defne’nin fayton gördüğünde ağzı açık donakalışını anlattı ve ardından aşağıdaki videoda göreceklerinizi.
Henüz 8 aylık taptaze gözleri ve hisleri ile Defne kendi dişleri de dahil olmak üzere herşeyle yeni tanışıyor; renkler, şeyler, insanlar, hayvanlar, duygular, yiyecekler, sesler, müzik… herşey onun için bir ‘novel experience’ yani ‘yeni deneyim’.
Hepimiz hayatta görünce, duyunca, dokununca öylece donakalacağımız şeylerin peşindeyiz. Bir manzara görüp kalakalmak, bir meyva ısırıp gözlerimizi açarak öylece tadını almak, bir kadın ya da erkek görüp donakalmak, bir çift ayakkabı görüp vitrinin camına yapışıvermek (kadın okuyucular ne demek istediğimi çok iyi biliyorlar)… Böyle düşündüğünüzde dünya ekonomisi bizim öylece donakaldığımız nesneler üzerine kurulu.
Üretilen nesneler işin bir kısmı, bir de ne mutlu ki dünyada sanat ve doğa var. Değerini bilenler için güzel bir müzik, bir ressamın seçtiği renkler, bir yazarın bazen tek bir cümlesi, bir performansçının sahnedeki duruşu, bir koreografın yarattığı sahne hareketi (…) zamanı durduruverir. Ben en son Hüseyin Sermet *’in Deutsche Senfoni ile verdiği konserde donakalmıştım ve bir yaz sabahı boğaz kenarında kahvaltı ettikten sonra Istanbul Boğazından geçen tankerleri izlerken, bir de New York’un sonbaharı ne zaman bana kendini farkettirirse, sarı-yeşil-kırmızı ağaçlara bakıp, duruyorum. Kasım’da İstanbul’a gitmeden New York Modern Sanat Müzesi MOMA‘yı ziyaret edip öylece kalakalmayı planlıyorum.
Maalesef büyüdükçe o kadar çok zırva ile doluyor ki kafamız ve etrafımız, sanki duyularımızı kaybediyoruz. Ve herşeyi bildiğimizi zannederek es geçiyoruz müziği, dolunayı, bir bebeğin ayağa kalkma çabasını… Öylece donakaldığımız şeyler yalnızca pahalı ve yeni şeyler olmaya başladığında ise durum en fenası! Çünkü zamanla bunların sadece ‘şeyler’ olduğunu unutuyoruz. Asıl aradığımız ise şeyler değil, deneyimler. Çünkü satın aldığımız yeni arabada da hoşumuza giden şey bize yaşattığı deneyim. Bu yüzden de yeni deneyimlerin farkında olmak yeni şeylerin peşinde koşmak demek değil. Deneyimin niteliği biraz da bizim onu farkedebilmemizde saklı. Sizin için piyano çalan biri şöyle bir bakıp sonra kafanızı Iphone’unuza çevireceğiniz ya da arkadaşınızla sohbete devam edeceğiniz birşey de olabilir, öylece durup o anda olan o şeye zaman ayıracagınız, merak edip, keyif alacagınız birşey de.
Araştırmalar zeki insanların ‘Novel experience **‘, ‘yeni deneyim’e daha açık olduğunu söylüyor. Viola Spolin de kitabında yeteneği deneyime açık olmak kapasitesi ile eşleştiriyor.
Deneyime açık olmak Defne için kolay, biz yetişkinler için ise zor. Herkese hayatın koşturmacasında öylece durakalacağınız yeni deneyimlerle dolu bir kış mevsimi diliyorum.
İşte Defne’nin yeni deneyimlerinden biri :
* İlk link sizi Sermet’in Chopin’in 2. Koncertosunu çaldığı konsere götürecek. Eşim Emir Gamsızoğlu’nun piyano hocası olan Sermet ne zaman şehrinize konsere gelirse koşarak bilet almanızı tavsiye ederim.
** Bu link de sizi sosyolog ve psikolog Mihaly Csikszentmihalyi’nin akış kavramını anlattığı TED konuşmasına götürecek. Mihaly ile oyunculuk hocam George Morrison sayesinde tanıştım. Spolin Atölyeleri‘nde akış halinde olma konusundan sıkça bahsediyoruz. Konuşma ingilizcedir, videonun sağ alt köşesinden Türkçe altyazı açabilirsiniz.
Alla Turca ile Devr-i Alem Milliyet Gazetesi'ndeydi
Ekim 2011’den bu yana piyanist/besteci Emir Gamsızoğlu‘nun kendi eserlerini biraraya getireceği bağımsız kayıt projesi ALLA TURCA İLE DEVR-İ ALEM için çalışıyorum. Görevim; işin fon toplama (fundraising) alanında destek ve kayıtlar sırasında koordinatörlük.
Bu albümün benzeri klasik müzik albümlerinden en büyük farkı satışa sunulmayacak olması. Albümün tüm geliri bu işe destek vererek üretim aşamasının bir parçası olan dostlar ve sanatseverler tarafından karşılanırken, bu albüme de yalnızca bu destekçi dostlar sahip olabilecekler. Kişisel olarak bunun sanat adına inisiyatif almayı isteyen her sanatseverin hayali olabileceğini düşünüyorum.
Bu işin değerini anlayan herkesi, biz sanatçılarla beraber bu sürecin bir parçası olmaya davet ediyorum!
İşte 15 Ekim 2012’deki Milliyet gazetesinin ikinci sayfasındaki haberimiz:
Kişiye özel Albüm: Alla Turca ile Devr-i Alem
Bu albümde ne gibi eserler olacak?
http://allaturcailedevrialem.wordpress.com/eserler/
Nasıl katılacaksınız?
http://allaturcailedevrialem.wordpress.com/
SPOLIN-IST OYUN GÜNÜ'nde biraraya geldik!
Spolin Doğaçlaması ile Açılan Kapılar
Mimesis Dergi’de Spolin Tekniği ile ilgili makalemi okuyabilirsiniz:
http://mimesis-dergi.org/2012/08/spolin-dogaclamasi-ile-acilan-kapilar/
Mayıs sonundan Haziran sonuna kadar iki tanesi İstanbul Tiyatro Festivali dahilinde olmak üzere, toplam 6 oyunculuk atölyesi yönettikten sonra New York’a dönerken aklımda bu çalışmaların katılanlar kadar benim için de ne kadar yoğun bir deneyim olduğu vardı. İstanbul’da dolu dolu geçen bu bir ay hakkında bir gözlem yazısı yazmak istediğimi kafama yazdım. Fakat uçağımız John F. Kennedy Havaalanı’na inip, New York’un boğucu yaz sıcağı ile karşılaşınca kafamdakiler uçuşmaya başlamıştı bile… Derken önümüzdeki sonbaharda New York’ta sahnelenmesi planlanan yeni projem Genius’ın (by Chopin) metnini bitirdim, oyuncu seçimlerine başladık ve kafama yazdığım gözlem yazısı yavaş yavaş ‘keşke’lerin arasına girmeye başladı. Tam da bu sırada Olimpiyatlar tüm heyecanıyla başladı ve büyük etkinlik bana büyük resmi tekrar işaret etti.
Spolin Atölyesi 5 Eylül’de başlıyor! Ayrıntılı bilgi ve kayıt için : spolinist@gmail.com a yazabilirsiniz.