Turkey, especially my hometown Istanbul has been the target of so many terrorist attacks for the last couple of years. In this age of instant information, the news goes around quickly, along with comments, and we pray and we share and pray and share…
Turkey is the bridge between two continents. Anatolia and Istanbul have always been the intersection of cultures and just like Turkish cuisine, Turkish music melts the elements of these cultures into a great mix. This time, composers Emir Gamsızoğlu and Erkin Arslan “cooked” Rhapsody on Istanbul Tunes in Western classical music style. The piece is based on three very famous Istanbul tunes and a Bach style basso continuo. Some of the greatest Western Classical Music composers are quoted in the piano part just like the people of Istanbul crossing the bridge between East and West every single day.
Standing in solidarity with all nations in East and West suffering from terrorism, we share the sound of Istanbul as a message of peace to heal our souls.
Listen to the sound of Istanbul and join our fight against war and terror by sharing the music that brings us together! Let’s spread the “good”.
Etiket: müzik
Defne ve Öylece Donakalmak
Yeğenim Defne 8 aylık. Kendisi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde doğumundan bu yana sanki bir ortaokul aşkı gibi rüyalarıma giriyor. Istanbul’da onu görmeye giderken kalbim pır pır ediyor, havaalanına adım atar atmaz Defne’yi ne zaman görebilirim diye hesaplar yapmaya başlıyorum. Uzakta olmak kolay değil… bir rakı-balık özlemi bir de Defne özlemi…
Defne çok hareketli bir bebek. Aşağıdaki videonun bir anlam ifade etmesi için bu bilgiyi önceden vermem gerekli. Hep bir zıplama, hoplama, önüne gelen herşeyi avuçlama, ayağa kalkma çabaları içinde.
New York’daki fırtına haberlerini duyduktan sonra skype’laştığımızda kamera karşısında yine hareket halindeydi. Ta ki Emir piyano çalmaya başlayana kadar. Mozart’ın ”Daha Dün Annemizin…” diye bildiğimiz Fransız çocuk şarkısının melodisine yazdığı varyasyonlardan biraz çaldı Emir, ben de kamerayı ona yönlendirdim. Defne öylece kalakaldı. Mozart’ın çocuklara etkisini hepimiz biliyoruz. Defne’nin donakalışının bir sebebi de ilk defa piyano görüyor olmasıydı. Tabii o, bu basınca ses cıkaran şeyin ‘piyano’ olduğunu bilmiyor. Etiket koymuyor gördüklerine. O etiketleri ‘Bak bu piyano’ diyerek biz öğretiyoruz ona.
Annesi Şebnem, hemen ardından geçen hafta Defne’nin fayton gördüğünde ağzı açık donakalışını anlattı ve ardından aşağıdaki videoda göreceklerinizi.
Henüz 8 aylık taptaze gözleri ve hisleri ile Defne kendi dişleri de dahil olmak üzere herşeyle yeni tanışıyor; renkler, şeyler, insanlar, hayvanlar, duygular, yiyecekler, sesler, müzik… herşey onun için bir ‘novel experience’ yani ‘yeni deneyim’.
Hepimiz hayatta görünce, duyunca, dokununca öylece donakalacağımız şeylerin peşindeyiz. Bir manzara görüp kalakalmak, bir meyva ısırıp gözlerimizi açarak öylece tadını almak, bir kadın ya da erkek görüp donakalmak, bir çift ayakkabı görüp vitrinin camına yapışıvermek (kadın okuyucular ne demek istediğimi çok iyi biliyorlar)… Böyle düşündüğünüzde dünya ekonomisi bizim öylece donakaldığımız nesneler üzerine kurulu.
Üretilen nesneler işin bir kısmı, bir de ne mutlu ki dünyada sanat ve doğa var. Değerini bilenler için güzel bir müzik, bir ressamın seçtiği renkler, bir yazarın bazen tek bir cümlesi, bir performansçının sahnedeki duruşu, bir koreografın yarattığı sahne hareketi (…) zamanı durduruverir. Ben en son Hüseyin Sermet *’in Deutsche Senfoni ile verdiği konserde donakalmıştım ve bir yaz sabahı boğaz kenarında kahvaltı ettikten sonra Istanbul Boğazından geçen tankerleri izlerken, bir de New York’un sonbaharı ne zaman bana kendini farkettirirse, sarı-yeşil-kırmızı ağaçlara bakıp, duruyorum. Kasım’da İstanbul’a gitmeden New York Modern Sanat Müzesi MOMA‘yı ziyaret edip öylece kalakalmayı planlıyorum.
Maalesef büyüdükçe o kadar çok zırva ile doluyor ki kafamız ve etrafımız, sanki duyularımızı kaybediyoruz. Ve herşeyi bildiğimizi zannederek es geçiyoruz müziği, dolunayı, bir bebeğin ayağa kalkma çabasını… Öylece donakaldığımız şeyler yalnızca pahalı ve yeni şeyler olmaya başladığında ise durum en fenası! Çünkü zamanla bunların sadece ‘şeyler’ olduğunu unutuyoruz. Asıl aradığımız ise şeyler değil, deneyimler. Çünkü satın aldığımız yeni arabada da hoşumuza giden şey bize yaşattığı deneyim. Bu yüzden de yeni deneyimlerin farkında olmak yeni şeylerin peşinde koşmak demek değil. Deneyimin niteliği biraz da bizim onu farkedebilmemizde saklı. Sizin için piyano çalan biri şöyle bir bakıp sonra kafanızı Iphone’unuza çevireceğiniz ya da arkadaşınızla sohbete devam edeceğiniz birşey de olabilir, öylece durup o anda olan o şeye zaman ayıracagınız, merak edip, keyif alacagınız birşey de.
Araştırmalar zeki insanların ‘Novel experience **‘, ‘yeni deneyim’e daha açık olduğunu söylüyor. Viola Spolin de kitabında yeteneği deneyime açık olmak kapasitesi ile eşleştiriyor.
Deneyime açık olmak Defne için kolay, biz yetişkinler için ise zor. Herkese hayatın koşturmacasında öylece durakalacağınız yeni deneyimlerle dolu bir kış mevsimi diliyorum.
İşte Defne’nin yeni deneyimlerinden biri :
* İlk link sizi Sermet’in Chopin’in 2. Koncertosunu çaldığı konsere götürecek. Eşim Emir Gamsızoğlu’nun piyano hocası olan Sermet ne zaman şehrinize konsere gelirse koşarak bilet almanızı tavsiye ederim.
** Bu link de sizi sosyolog ve psikolog Mihaly Csikszentmihalyi’nin akış kavramını anlattığı TED konuşmasına götürecek. Mihaly ile oyunculuk hocam George Morrison sayesinde tanıştım. Spolin Atölyeleri‘nde akış halinde olma konusundan sıkça bahsediyoruz. Konuşma ingilizcedir, videonun sağ alt köşesinden Türkçe altyazı açabilirsiniz.