Istanbul->New York->Istanbul

10 mühim bir sayı.
New York’un Yukarı Batı bölgesinde 86’ıncı sokaktaki evimize ilk taşındığımızda, 3D kapı numaramızı gören bir arkadaşımız “Üç kere üç dokuzdur. Dokuzun gücüne inanın!” demişti. Bizi güldüren bu yorum, o zamandan beri kendi aramızdaki bir şakadır. Fakat bu defa da ben 10’un gücüne inanın diye yazıya başlayabilirim.
New York’ta önce öğrencilik, sonra da sanat işleri ile dolu dolu geçen 10 yılın sonunda, hayat ve iş ortağım Emir Gamsızoğlu ile hayatımızda yeni bir sayfa açıldı. 10 yıl New York’ta yaşadıktan sonra doğduğumuz şehre ve anadilimize geri dönme isteği ile adeta yanıp tutuşur olduk. 11. Yılın sonunda da Istanbul’a geri döndük. Bizi bu yanıp tutuşma haline getiren, daha evvel sahip olmadığımız bakış açısını son dönem işlerimizde irdeleyip farklı formlarda paylaşıyoruz. Ben bu konuyu daha dallandırıp budaklandırmadan kendi temel alanımdaki kısmına değineceğim.
Okul
2006’da Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nden mezun olduktan sonra Fulbright bursu ile Amerika’da Yüksek Lisans eğitimi için önümde çok şanslı bir kapı açılmıştı. Bu şansımı New York şehrinde olabilmek için kullanmak istedim ve neredeyse sadece adresini beğenerek başvuru yaptığım bir okuldan kabul alınca hem mecazi hem de fiziki anlamda uçarak Manhattan’ın yolunu tuttum. Biraz da hasbelkader gittiğim okul, New Actors Workshop, başıma gelen en iyi şeylerden biri oldu. Beni hem oyuncu, hem yönetmen hem de yazar olarak hazırlayan bu okul Amerikan tiyatro ve sinemasının temel taşlarını koyan isimlerin

founders
Paul Sills-George Morrison-Mike Nichols

büyük bir özenle tasarlayıp sunduğu bir programdı. Amerika’daki doğaçlama geleneğinin annesi Viola Spolin’in oğlu Paul Sills ve Sills’in kumpanyasında yetişen Oscarlı yönetmen Mike Nichols ve George Morrison’ın kurduğu bu okul benim için sanat eğitiminde bir ışık oldu. Biliyorum ki bu ışık bana hayat boyu yol gösterecek.
Çırak
Carol Sills rehearsal-1
Carol Sills ile provada

2009’da New Actors Workshop’tan mezun olduktan sonra hemen Spolin-Ist kuruldu. New York’ta öğrendiklerimden beni en çok etkileyen Spolin Metodunu hemen Türkiye’ye taşımak istedim. Spolin ve Sills ailesi ile iletişime geçerek Spolin’in metod kitabını çevirmek için izin aldım. 2010-11 sezonunda kitapların da editörlüğünü yapan yönetmen Carol Sills’in asistanlığını yaptım, bir yandan da Hareket Doğaçlaması derslerinde asistanlık yaparak ve Mike Nichols’ın ustalık sınıflarını asla kaçırmayarak eğitime bir yıl daha devam ettim. Nasılsa çıraklık işimizin en mühim öğrenme sürecidir ve bu süreç hayat boyu devam eder.
 
Gelişme
New York’taki tiyatro ve diğer sanat işlerimle beraber Spolin eğitmenliğini hiç bırakmayarak devam ettirdim. New York’taki Spolin-Ist Oyuncuları gösteriler yaparak seyirci ile buluştuğunda uzun süredir kurduğum bir hayal ete kemiğe bürünmüş oldu.
IMG_0778
Çehov New York’ta

Tiyatro işleri devam ederken bir gün Woody Allen’ın setine konuk olmak Emir ve bana hikayelerimizi film yoluyla anlatmak konusunda cesaret verdi. Hocam Mike Nichols’ın da öğütlerini kulağımıza küpe yaparak 3 farklı film projesine daldık. Artık her anlamda New Yorklu olmuştuk.
Lakin içimde uzaklardan gelen bir ses vardı, gittikçe de yakınlaşıyordu. Hani siz evdeyken sokaktan bir arabanın alarmı öter, önce sizi rahatsız etmez ama zamanla sizi deliye döndürecek bir hale dönüşür, camı açıp “Kimin bu araba kardeşim!” diye bağırasınız gelir. İşte buna benzer bir ses.
Türkçem benim ses bayrağım! 
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Dağlarca

Lise yıllarımda üç kafadar olarak gezdiğimiz arkadaşlarım Yasemin ve Okan ile beraber Kadıköy’deki Hayat Kahvehanesine gidip büyük şair Fazıl Hüsnü Dağlarca ile sohbet ederdik. Şişe dibi gözlüklerinin ardında, bizimle hep ağzında hınzır bir gülümseme ve biraz huysuz ifadesi ile konuşurdu Dağlarca. Türkçe aşığı şair bize kelimeler uydurmamızı söylemişti. Bir de “Her gün yazın, hep yazın.” demişti. -Aynı öğüdü yıllar sonra Emir’in bestecilik hocası Pulitzer ödüllü David Del Tredici de ona söyleyecekti. Ustaların vardır bir bildiği.- “Türkçem benim ses bayrağım!” cümlesi hiç aklımdan çıkmaz. Benim içimdeki gitgide yakınlaşan ses de bana Türkçe konuşmamı, anlatmamı, yazmamı söylüyordu. Dağlarca neden bayrak kelimesini seçmişti? Çünkü bayrak bir kültürü bir nevi varoluşu temsil eden bir simgeydi. Benim”eve” dönerek bu”yeni ben” ile varoluş yolcuğuma yeni bir durak eklemem gerekiyordu. En azından ben şu an böyle hissediyorum.
Istanbul’un çekirdeksiz bir karpuz dilimini andıran bu tatlı ve sakin Ağustos ayında Spolin-Ist’in yeni programını hazırlamak, Emir ile kültür işlerimizi geliştirip paylaşacağımız bir yeni ev yaratmak benim için tarif edilmez bir mutluluk. Yeni sezonda Spolin-Ist 3 aylık kurlara bölünen toplamda 2 yıllık bir Spolin doğaçlama metodu eğitimi programı açacak. New York’taki okulum ve okul sonrası edindiğim deneyimlerle yoğrulan kısa süreli eğitimler programımız dahilinde olacak. Spolin-Ist’in yeni programının ismini koyduğumda bir arama yaptım, ve karşıma yine Fazıl Hüsnü Dağlarca çıktı.* Böylece bu işin iyiliğine inancım perçinlenmiş oldu. Spolin-Ist Oyun Okulu 2018 – 19 eğitim yılı programı çok yakında spolinist.com dan duyurulacak.
Daha ne yazayım, bizi izlemeye devam edin 🙂

Ege.

Ağustos 2018, Istanbul

Transformism #indiefeature in progress!

Our independent film Transformism continues to call “action” all over New York City! Our fundraising campaign ends in only a couple of days. We are grateful to our friends and followers who believe in our work and support us. Please check it out and contribute, share, help us make some noise: www.indiegogo.com/projects/transformism-film
TR: Bağımsız film projemiz Transformism New York’ta çekimlere devam ediyor! Fon destek kampanyamızın son günlerindeyiz. Bize inanan ve destek veren dostlarımızla takipçilerimize minnettarız. Siz de destekçiler arasına katılın, çorbada tuzunuz filmde isminiz olsun: www.indiegogo.com/projects/transformism-film
Şimdiden teşekkür ederiz.
Here’s our latest teaser with footage from the film, enjoy!
Filmden görüntülerle son indiegogo fragmanımız yayında!


Snapshots from our set… // Ve setten anlar…

TRANSFORMISM

“We must cultivate our garden.”
Director: Emir Gamsızoğlu
Screenplay: Ege Maltepe & Emir Gamsızoğlu
Director of Photography: Yiğit İlke Yücesan
Cast: Ege Maltepe, Kaan Çakır, Eurydice El-Etr, Cihangir Duman, Dylan Grunn, Eva Cavadini, Elizabeth Raia, Atakan Oğuz, Carol Asch, Jeffrey Sweet, Jenny Burks, Mary Anne Holliday, Yessenia Rivas, Eamon Speer, Mason Sullivan, Amanda Jungquist, Kevin Kilcullen, Valentina Layne, Rich Layne, Ali Pınar, Emin Maltepe, Defne Maltepe, Nil Maltepe.
_______________________
What we see in the world is a collapse of culture and we had something to say! “TRANSFORMISM is about a new philosophy on our power to transform ourselves & our culture.
What we see as the savior of the future is culture. Politics and economy are only the subsets of culture. If we transform the culture, the politicians and the approach to economy will transform as well. To transform culture to a better version of itself, philosophy is essential. To create a new philosophy, we need thinkers and for people to think, we need to color their lives with arts and literature.
The story is told through Claire’s transformation from a being a blind consumer of popular culture to a philosopher with widespread views. Claire’s encounters with new people has a big role in her transformation.
We took Voltaire’s suggestion to “cultivate our garden”, mixed it with the ideas of other philosophers from Confucius to Sartre and todays social ideological needs and transformed them into a new philosophy.
This is an independent project with a very small budget. We are currently in the production process. We have a super talented and international cast and crew. New York scenes are almost finished, and now our story will take us to Istanbul and Paris.
Your contributions will be helpful in the future steps of our production and post production process. We thank you for your support!
 

What's in the works? Transformism!

After a looong break from my blog, it is time to announce my new big project… drumroll… a feature film!
We wrote TRANSFORMISM with my partner in crime Emir Gamsizoglu. We gathered an amazing cast, and are currently getting ready to start filming in New York. Our crowdfunding campaign is now live to support the upcoming steps of the production!
After living in New York for 10 years, I saw that we collected a lot of experience, memories and ideas on how the world is the way it is now.  From the ongoing refugee crisis, to having a shrewd business man, and a reality tv star as the president of USA; from the overwhelming flood of information that eventually blinds us all, to terrorist attacks all around- the events of our days have been reminding me my responsibility as an artist. Emir and I decided to “say something” and to have a work that is reachable and long lasting so that it finds its place in the history.
What we see in the world is a collapse of culture and we had something to say! “TRANSFORMISM is about a new philosophy on our power to transform ourselves & our culture. The story is told through Claire’s transformation from a being a blind consumer of popular culture to a philosopher with widespread views. Claire’s friendship with Selma, a Syrian emigre pianist, has a big role in her transformation. We take Voltaire’s suggestion to “cultivate our garden” to the next step and suggest a “how”.
I believe our film Transformism will make philosophy cool again!

Here’s the link for our indiegogo campaign – contribute today!

 http://www.indiegogo.com/projects/transformism-film

No matter how much you can contribute we’ll be grateful for your support.
In solidarity!

Chekhov in New York

It’s been a long time since my previous blog post…

Along with my work as the translator for Viola Spolin’s Improvisation For The Theater, I have been busy working on a new project, a new web-series on my favorite Russian; Anton Chekhov’s work.

Since my graduation from The New Actors Workshop, I often hear my teachers Mike Nichols and George Morrison’s voices in my head; both of them were big fans of Chekhov. One thing Mike used to repeat over and over during his masterclasses was that we should be working on materials which made us think “I know exactly what this is about!”. Finally in summer/fall of 2016 I dared to jump in and start working on Chekhov’s dark, cynical and funny characters, this time they are – yup!- New Yorkers!

“Fine. Since the tea is not forthcoming, let’s have a philosophical conversation.”

Anton Chekhov wrote about people, their hopes and dreams, failures and weaknesses, their desires and heartbreaks. He often questioned morality, common sense, social values and norms. His characters speak and act in a way that often hits too close to home. 

He lived in the late 19th and early 20th centuries. A Russian doctor. Medicine was his wife and literature was his mistress. He believed that if you wanted to lead a good life, you needed to work. So, he devoted himself into healing people physically as well as intellectually and spiritually by holding them a mirror through his stories and plays. 

“Man will become better when you show him what he is like.” 

In this project, we asked ourselves what if Chekhov’s characters were some New Yorkers?

Dark, grumpy, selfish, stupid and quirky… Along with a love and hate relationship with the city. 

“For one sensible person there are a thousand fools, and for one sensible word there are a thousand stupid ones; the thousand overwhelms the one, and that is why cities and villages progress so slowly. The majority, the mass, always remain stupid!”

While most of us would agree with Anton on that one, we all hang on to this;

“You must trust and believe in people or life becomes impossible.”

The series will be published in February 2017, meantime we’ll share little snippets. So please subscribe to the channel, share and comment!
Chekhov in New York
Adapted & performed by Ege Maltepe
Directed by Emir GAMSIZOGLU
Music by Emir GAMSIZOGLU

SPOLIN-ISTanbul!

Yaklaşık iki yıllık bir aradan sonra Spolin Doğaçlama eğitimleri için Istanbul’a doğru yıla çıkıyoruz! Istanbul’u, simit ve çay ikilisini, boğaz yürüyüşlerini, öğle yemeğinde mantı lüplettikten hemen sonra sade Türk kahvesi höpürdetmeyi özlediğim kadar Spolin eğitimlerini Türkçe vermeyi de özledim.
New York’taki Spolin-ist Players grubu önümüzdeki sezonda gösterilere hazırlanırken, bu haftaki atölyemiz öncesinde Türkiye’deki dostlara ufak bir mesaj yollamak istedik.
İşte burada;

Istanbul’daki eğitimlerde görüşmek üzere!

www.spolinist.com

Women of New York

Phew… What a season!
It all started with LPAC’s production of Privatopia by Maria Efstathiadi, where I got to portray a larger than life board member of a gated community, scared of a strange cat and all the other strangers around.
Right after our successful run of 8 shows in two weeks, I was ready for the auditions of Women of New York. A new play that I had written throughout my summer in New York, hanging around the Upper West Side, New York Public Library and Caffe Vivaldi with my straw hat and old laptop.


That laptop went through so many projects, presentations, plays… he’s a proud veteran.
Women of NY_Poster
Design: Emir Gamsizoglu

Women of New York was an ambitious project, with nearly 20 characters, a funky mix of actors and non-actor New Yorkers with diverse ages and backgrounds. That has been one of the key factors in our shows with 4thU-Vday through the years. Now we are 4th U Artivists, carrying the same mission; creating and producing artistic projects/events to raise awareness and funds to stop violence against women and girls. Women of New York was written with the same mission to be premiered by 4th U Artivists. Proceeds benefited three amazing non profits working for women in need; Her Justice (Provides free legal advice for women in need), Restore NYC (Provides services for the victims of sex trafficking) and V-Day (A global movement founded by Eve Ensler the author of The Vagina Monologues).
Feb7_4_FotorOff we started the rehearsal process right before Christmas, most of the early rehearsals were for the monologues, and scenes. Meeting the new cast members one by one and sharing stories, talking about beats, and doing exercises from Spolin and my teacher George Morrison was a real joy as a director and the writer of the play.
IMG_3013Many characters gained their real voices through honest discoveries of the actors playing them. We had several rehearsals in our organizer Deb Roth’s living
room, sipping some hot tea in the breezy cold New York winter. As a theater artist I learned one more time how important it is to open yourself up to your partner and your director. Being vulnerable is the sign of a good actor and theater maker. Our conversations with Tammy (A transgender comedian who performed a part that I had written thinking of her (-Yes, you should totally check her out!), and the rehearsals of mother-daughter scenes with Lynn, Elizabeth, Mary Anne and Shena, as well as our rehearsal with wonderfully talented Niesha who was playing a young woman from Bronx frustrated by the effects of social media and how “real life is not real anymore” were among the gatherings that opened many doors for me.
By the end of February all the small pieces of our puzzle were almost ready to find their places in the big picture. As an actor, I am used to embellishing the piece that I have and, as a director your job is not only guiding the small pieces but also (and more so) creating the whole puzzle.…The colors, and overall shape in which the smaller shapes can find their places and fit in. So there I was in the middle of splashes of colors waiting to find harmony. Those were our ensemble rehearsals where the whole cast got together to rehearse, the group scenes, transitions, entrances, exits, floor plans, sound effects, and lastly music…

Click to enlarge the photos in these collages.

943992_741516015984870_6822133892572672850_n
Luckily my favorite jazz musicians in town both happily accepted to be a part of the show, donating their time and talent for the cause. Having Stephanie Layton and John Lander performing some old timey New York tunes from Gershwin and Ellington added another layer to the show, which made the big picture complete for me.
Before we knew it, it was March 11 ; opening night! Viola Spolin’s warm up games and my beloved teacher Lester Shane’s voice warm up set were there with us as we gathered in a circle with the cast. It was my first time coaching Spolin games with a wig on my head and a heavy make up on my face as the “Homeless Woman”. I cannot wait to check out the footage we took from that warm up 🙂
Women of New York had two successful performances in the beautiful Fourth Universalist Society on Central Park West. Several audience members asked me after the show “What is next for the play?”. Hey! We are New Yorkers after all, it’s all about the next step!! Of course I took this question as a compliment. They had enjoyed the show and wanted to see it have a longer run, and maybe share it with their friends. Hopefully that can happen in the near future… New Yorkers asked me how come I knew what New York women go through so well, and how the characters can be so different from each other. My answer is simple; the women of New York! Especially the diverse group of women I got to meet and work with through our “artivist” group over the last 7 years made me aware of women’s issues both current and past. When it was my first time co-directing The Vagina Monologues with 40 women in the cast in 2011, I was terrified. My fear became awe as we moved on to create a terrific show together with so much joy and kindness. Now I say, bring the women on!

Click to enlarge the photos in these collages.

I am impressed by my cast who followed this long journey, and were so attentive on stage and off stage, my crew who was organized, peaceful, supportive and happy, our A-Team; the volunteers, supporters everyone who were happy to support our cause and my fellow artivists Deb, Lynn, Mary Anne, Zafreen, Pangia, Matt, Erin along with my stage managers Aydin, and Cihangir who were there to lift me up when I fell down. And of course my partner in crime, Emir who so relentlessly worked on every detail of the project starting with graphics, and production.
The world premiere of Women of New York featured these talented people;
Lynn Bourbeau, Mary Anne Holliday, Shena Gryffudd, Elizabeth Raia, Maria Severny, Pangia Macri, Tammy Twotone, Niesha Brown, Derya Celikkol, Lisa Curry, Yi Liu, Luisa Alarcon, Amelia Zuver, Deborah Roth, Rebecca Geneve, Joanie Watkins, Ege Maltepe, Antonio Truyols, Zachary Nading, Nick Velkov. Musicians: Stephanie Layton, John Lander.
And lastly, we are still accepting donations!!
Go ahead and click the NY Charities link and all the way on the bottom, you will see a box to donate whichever amount you wish to contribute. I thank you for your contribution on behalf of our beneficiaries and the women who receive services from them.
DONATION PAGE: http://www.nycharities.org/Events/EventLevels.aspx?ETID=8759
Photo credit: Andrei Severny and Luisa Alarcon

GENIUS #CHOPIN – A Theatrical Concert

CLASSICALFOR ALL_Logo1clrFor “Classical for All” ; February and March are the months to celebrate Frederic Chopin’s birthday! On February 21st, we are putting our project GENIUS #CHOPIN on its feet with a great cast of players! It is a theatrical concert created by Emir and I, focused on the timelessness of Chopin’s music.
You can join us by purchasing your tickets here : www.geniuschopin.eventbrite.com
And here’s a little reading from “Classical for All” ;

“I do not climb so high. A long time ago I decided that my universe will be the soul and the heart of man. It is there that I look for nuances of every feeling which I transfer to music as well as I can.” – Frederic CHOPIN

“Hats off gentlemen! A new genius!” shouted a young music enthusiast in Leipzig. He had the score of a new piece by Frederic Chopin in his hand. He sat down at the piano and started to play the piece while everyone, including composer Robert Schumann, in Caffebaum listened to him silently.
chopinsick1In his short life, often interrupted by his poor health,Frédéric Chopin composed more than 200 pieces for piano. When we consider all the other highly acclaimed classical composers of his time, composing only for the piano could be something that many people would look down to. However, whenever someone played his music, or let’s put it this way; whenever Chopin started to talk, he made his case. His sincere, open-hearted, sentimental and yet solemn melodies spoke to the listener, directly about beauty. This chat continues for centuries between Frederic and us.

However Chopin is no hero, and his life was no fairytale. He spent most of his life complaining about loneliness, away from his country, in places that he could barely speak the language. His humorous character grew grumpier and grumpier as his body weakened through the years. He wasn’t good looking, wasn’t rich, he didn’t own any property, didn’t have any children. He was nowhere close to being “the boy next door”. He could easily be forgotten in the history of humankind. He had only one thing; his music. During the war between Russia and Poland, he was away from home, in constant worry and grief.

“And I here unoccupied! And I am here with empty hands! Sometimes I only groan, suffer and despair at the piano! ”

He wrote to his journal. Is it only his talent that made him a genius, or his endurance and ability to hold on to something meaningful to him?
GENIUS #CHOPIN-Postcard
The genius of Frederic Chopin is our foundation, our corner stone in this theatrical concert. While following his life story with its successes, longings, hesitations, loves and losses, we are witnessing the lives of others from different times and places around the world. Some of the characters have gifts to be discovered, to be fought for, and some of them are waiting for an inspiration to take the first step. With his music, Frédéric Chopin will be there for them to give inspiration, strength and sometimes challenge.

GENIUS #CHOPIN is a Theatrical Concert about the genius of the celebrated composer and the genius within us, with six scenes in six different times & places with 13 characters telling the story of one composer.
 
Concept by Classical for All
Music: Frédéric Chopin (1810-1849)
Pianist: Emir Gamsızoğlu
A Play by Ege Maltepe
CAST: Thomas Lester , Rüya Koman , Steven Hitt , Cihangir Duman , Valentina Giovannini, Ege Maltepe
FEBRUARY 21st, 2016 – 4:00pm 
Greenwich House Music School – Renee Weiler Concert Hall
46 Barrow Street, New York NY 10014
TICKETS: http://www.geniuschopin.eventbrite.com

SCENES & MUSIC PROGRAM

OPENING
Op.53 – Polonaise in A Flat Major, “Heroic”
TOKYO PRESENT TIME
Op.64, No.2 – Waltz in C Sharp Minor
Op.66 – Fantasie Impromptu
WARSAW 2030
Op.7, No.3 – Mazurka No.7 in F Minor
ISTANBUL 1981
Op.10, No.12 – Etude No.12 in C Minor, “Revolutionary”
NEW YORK 2011
Op.10, No.5 – Etude in G Flat Major, “Black Keys”
PARIS 1840
Op.28, No.15 – Prelude in D Flat Major, “Raindrop”
Op.23 – Ballade No.1
NEW ORLEANS 1920
Op.68, No.4 – Mazurka No.49 in F Minor, , “Last composition”
EPILOGUE
Nocturne No.8, Op.27, No.2

"PRİVATOPİA" Yunan yazarın oyunu New York'taydı

Kasım ayında New York LaGuardia Performing Arts Center’da rol aldığım oyun Privatopia hakkında Milliyet Gazetesi’nde çıkan yazımın tamamını paylaşıyorum.

Yunan yazarın mülteci krizi hakkındaki oyunu bir kısmı Türk, Yunan; dünyanın dört yanından bir kadroyla New York’taydı.

Filmler en azından bir konuda yalan söylemiyor; New York’ta Kasım bir başka. Gri, sarı, kırmızı binalara karışan sarı ve kahverengi ağaçlar, kaldırımda yürürken “Yoksa bir film setinde miyim?” hissi yaratan bir huşu içinde yaprakların üzerinize dökülmesi, tatlı bir rüzgar, yakmayan bir güneş, ve tam da böyle bir sonbahar gününde LaGuardia Performans Sanatları Merkezi’nin büyük sahnesinde Privatopia provaları başladı.

10 kişilik oyuncu kadrosu iki gruba ayrılıyordu. Çünkü oyun birbirinin içine geçmiş iki apayrı dünyanın ekseninde geçiyor. Biz ve Onlar. Benim rol aldığım grup, “içerdekiler” korumalı bir sitede yaşayan ayrıcalıklı sakinler, siteye girmiş yabancı bir kedinin alarmı üzerine olağanüstü bir toplantı düzenliyorlar. Dışardakiler ise, evsizler, işçi ve mülteciler. Oyun, Yunan yazar Maria Efstathiadi’nin ötekileştirilenlerin yaşam öyküleriyle örülü gerçekçiliği absürdizmle birleştiren bir kara komedisi. 

Türk yönetmen Handan Özbilgin’in yaratıcı rejisi, İtalyan, Amerikalı, Arnavut, Japon kısaca dünyanın dört bir yanından çok “New Yorker” bir teknik kadro ile yine dünyanın dört yanından oyuncuları bir araya getiren prodüksiyon metnin etkisini perçinledi. New York’u özel kılan ve beni 10 yıla yakındır sanatçı olarak en çok besleyen de bu çok kültürlülük.

Seyircinin çok etkilenerek, bazen kahkahalar bazen de dikkatli bir sessizlikte izlediği Privatopia’nın açılışına Paris’ten gelen yazar Efstathiadi, oyununun dünya prömiyerinin New York’ta olmasından çok mutluydu. Reji ve oyunculuğun metnini kendisinin bile hayal etmediği bir seviyeye taşıdığını belirten yazar oyununu bu kadroyla Yunanistan’a götürmeyi arzu ettiğini belirtti.

Bir Türk oyuncu olarak benim için bu oyunun öne çıkan iki büyük etkisi var. Şüphesiz ilki, Türkiye, Yunanistan ve diğer bir çok Avrupa ülkesinde güncel bir konu olan mülteci krizi konusunda, henüz bu konuda çok fikri olmayan Amerikan seyircisi için bir farkındalık yaratmak. Başkan Obama önümüzdeki birkaç yıl içinde 100.000’e yakın mülteci kabul edeceklerini belirtti. Kendini gelişmiş kabul eden her ülkenin sorumluluk alması gereken bu insan hakları meselesi, her ne kadar sıklıkla New York Times’ın anasayfasında yer alsa da, New York’luların uzaklardan aldığı haberlerden biri. Malum öngörüsüz insanoğlu bir şey gözlerinin önünde olmadan gerçek bir farkındalığa sahip olamıyor, gazete manşetlerinin de hayatın içine işleyen bir etkisi olamıyor. LaGuardia Performans Sanatları Merkezi geçtiğimiz yıl boyunca 11 Eylül sonrası Amerika’da Müslüman Kimliği projesinin ardından, bu sezon yaşanan mülteci krizi hakkında performans projeleri, panel ve bağış etkinlikleri düzenleyerek konu hakkında farkındalık yaratıyor. Farklı etnik gruplardan genç bir seyirci kitlesine hitap eden kurum sanatın varoluş sebeplerinden belki de en mühimini New York’lulara hatırlatırcasına kültürler arasında diyalog kuruyorlar.

Diğer kayda değer deneyimim ise Yunan oyuncularla aynı sahneyi paylaşıyor olmaktı. Partnerlerimden Ioanna Katsarou ve Fotis Batzas ile sıklıkla kültürlerimizin ne kadar benzediğinden bahsediyoruz. Katsarou “Türk sanatçılarla çalışmak büyük bir keyif çünkü sanat, estetik, espri anlayışımız o kadar aynı ki! Türkler ve Yunanlar yüzyıllarca yan yana yaşadı ve birbirini etkiledi, bunun aksini söylemek aptallıktır” diyor ve ekliyor “Türk bir yönetmenin çağdaş bir Yunan yazarın oyununu seçmesi benim için çok mutluluk verici”. Babası uzun yıllar Türkiye’de yaşayan Fotis Batzas ise “Babam Istanbul’daki Yunan, Yunanistan’daki Türk olarak hep ötekileştirilen kişi oldu. Böyle bir oyunda rol almak benim için çok anlamlı” diyor.

Yönetmen Özbilgin “Maria’nın oyununu okur okumaz çok heyecanlandım. Mülteci krizine ilk tepkiyi veren ülkelerden Türkiye ve Yunanistan’lı iki sanatçı olarak bu güncel konu hakkında bir eseri New York seyircisiyle buluşturmak benim için adeta bir görevdi.”

Korunaklı sitede yaşayan Privatopia sakinleri bize fakirle zenginin arasındaki uçurumun artarak, korkuların tetiklenmesiyle kaynayan bir kazana dönüşen toplumu anlatıyor. Oyunun sonunda ise siteye giren bu vahşi kedinin bir Hello Kitty balonu olduğunu görüyoruz. Bizi korkutan birçok şey şişirilmiş birer balon olmasın?


Fotograflar: Joey Liu

My Fall of Theater

IMG_8086
Privatopia in rehearsal!

The season started in full swing; First with music through our Classical for All concert series in Greenwich Village, then PRIVATOPIA ; a new play I’m taking part in as an actor! This was a chance to go back to one of my artistic homes; LaGuardia Performing Arts Center where I have premiered one of my first plays; “TEA for 3” back in 2012.

By the acclaimed writer Maria Efstathiadi, Privatopia is a multi-layered text about the increasing fear of “otherness” and the obsession of exclusivity in modern societies. After being shaken by the horrific news about the refugees fleeing from war in Syria, I think there can’t be a better time for the world premiere of this play. 

From the very first reading I was startled by the discussions among the board members of the “gated community”. 

“Everyone is talking about alternative lifestyles, we turned it into reality”

I’m playing one of the privileged characters living in this secure, gated community, where everything is in private hands, the food is organic, and the doors are sprayed with cyclonytode to prevent outsiders from entering. And yet, a strange cat was able to get in and even give birth to six kittens! 

Gated Community of Privatopia
Gated Community / Privatopia in rehearsal

While the board members are discussing this critical issue of what to do with this CAT, on the other side of the wall refugees are sharing their stories with the audience. The stories that most of us only hear from newspapers.

To me, Privatopia is an absurd, funny and poetic “clownery” opening a window into our own fears. I find fear to be a very distinct feeling that everyone in our modern world of comfort and technology is constantly promoting to sell us stuff like insurance, drugs, and even wars. 

What are you afraid of?

Come see* Privatopia at LPAC and let me know what you think after the show!

DATES:

Thu Nov 5, 2015 | 8:00P
Fri Nov 6, 2015 | 8:00PM
Sat Nov 7, 2015 | 8:00PM
Sun Nov 8, 2015 | 3:00PM
Wed Nov 11, 2015 | 2:30PM
Thu Nov 12, 2015 | 8:00PM
Fri Nov 13, 2015 | 8:00PM
Sat Nov 14, 2015 | 8:00PM

*LPAC is offering $8 tickets for the friends of the cast . So, if you want to come, fill the CONTACT form on the website and I can put your name on my list. Then all you’ll need to do is to mention that you’re on Ege’s discount group list at the box office. And wink 🙂

Click HERE for ​more info.
​How to get there: http://www.lpac.nyc/directions

Eve Ensler ile V-Day Üzerine #Rise4Revolution

Ben ne ‘ilk’lerin çok önemli olduğuna inanırım, ne özel günlerin çok özel olduğuna. Bayram derseniz, bana her gün bayram zaten! Sevgililer Günü’nün ise 3 yıldır farklı bir anlamı var artık. Yazının geri kalanını 13 Şubat 2015’de Milliyet gazetesinde yayınlanan Eve Ensler ile yaptığım röportajın biraz daha uzun versiyonunu kopyalayarak devam ettiriyorum. Türkiye’de kadın, erkek ve çocuklara yapılan şiddete ve haksızlıklara karşı çıkmak, bu konuda farkındalık yaratmak için çaba gösteren herkese selam yolluyorum. İyi okumalar! 

Ege-Eve_2011
Eve ile tanışma – 2011

Vajina Monologları’nı henüz okumadan burun bükenlerdendim, ‘Vajina’larından bahsederek dikkat çekmeye çalışan bir grup kadın oyuncu!’ diye ön-yargılayanlardan. Ta ki iç savaş sırasında bir grup askerin tecavüzüne uğrayan Bosna’lı kadının monoloğunu okuyana kadar; “Vajinam Benim Köyümdü”. 2010’da New York’daki mahallem, Yukarı Batı Bölgesi’nde bir V-Day prodüksiyonuna dahil olarak V-Day ve Eve Ensler ile tanıştım. Bizim tiyatro dünyasında ‘eski’ diye kabul ettiğimiz bu oyun seyirciyle buluştuğunda meselenin tiyatro yapmaktan çok daha büyük olduğunu gördüm. Bir sonraki yıl oyunu ben yönetiyordum. Eve ile o yıl tanıştık, Union Square’de bir stüdyodaki V-Day toplantısında. Kendi kendime ne kadar da ayakları yere basan, ve zeki bir kadın diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ünü, ve yüzlerce kadının kahramanı olması dolayısıyla ondan beklediğim küçük dağları ben yarattım havasına sahip değildi. Beni en çok etkileyen şu sözleri olmuştu: “Değişimin tepeden geleceği umuduyla politikacılarla görüştüm, Birleşmiş Milletler temsilcileriyle, her kapıyı çaldım. Belli bir süre sonra, o insanların takvimindeki bir başka toplantı olduğumu anladım. Değişim tepeden değil, aşağıdan başlayacak, bizden, sizden. Buna inanın.”

Vajina Monologları’nın yankısı o kadar büyük olmuş ki, dört yıl sonra Eve Ensler V-Day isimli kadına şiddete karşı savaşan global bir dernek olan V-Day’i kurmuş, sene 1998.

Bu yıl yönettiğim prodüksiyon 'Kadınların Sesleri'
Bu yıl yönettiğim prodüksiyon

V-Day ne yapıyor? 150’ye yakın ülkede kadınlar bir araya gelerek Vajina Monologları’nı sahneliyorlar. Bu bir sahne okuması da olabilir. Çok fazla prova yapılmaması öneriliyor, oyuncular profesyonel de olabilir, amatör de, önemli olan birbirini destekleyen bir komünitenin oluşması. Bilet gelirlerinin %10’u V-Day’e giderken, geri kalan %90 kadına şiddete karşı savaşan lokal bir organizasyona gönderiliyor. Geçtiğimiz 6 yıl boyunca benim V-Day ekibim, 8 farklı derneğe toplamda 80 bin doları aşkın para bağışladı. Yani üç beş kadının bir araya gelmesinden başlayan hareket bugünün dünyasında birçoklarınca tek gerçek şey olarak görülen paraya dönüşebiliyor.

V-Day bunca parayla ne yapıyor? Kongo’da kadınlara sığınma evi, okul ve iş imkanı yaratan City of Joy ‘Neşe Şehri’, Irak’ta kadın ve kızlar için açılan okullar, Haiti’de, Afganistan’da kadın sığınma evleri, Amerika’da Yerlilere uygulanan şiddete karşı, ve Meksika’da kaçırılan kızlar açılan kampanyalar, ve daha birçok farklı yerde kadınların bilinçlenip güçlenmesini sağlayan adımlar atıldı.

One Billion Rising, Bir Milyar Ayağa Kalkıyor, ya da Türkiye’de daha çok bilinen adıyla Bir Milyar Kadın Dans Ediyor, V-Day’in 3 yaşındaki bebeği. Hikayenin geri kalanını bu hareketin annesi Eve Ensler’den dinleyelim…

Kenya'da Sığınma Evi, lider: Agnes
Kenya’da Sığınma Evi, lider: Agnes

Ensler – V-Day 15 yıldır devam ediyordu, dünyanın birçok yerinde sanatçılar ve aktivistler bu konuda farkındalık yaratmaya, ve dernekler organizasyonlar için para toplamaya devam ediyorlardı. Ve kendi kendimize ‘Evet, birçok zaferimiz var. Ama şiddet devam ediyor. Nasıl bir sonraki aşamaya geçebiliriz’ diye düşündük ve dünyadaki herkesi hep birlikte ayaklanıp dans ederek kadına şiddete karşı çıkmaya davet etmeye karar verdik. İlk yılki, Bir Milyar Ayağa Kalkıyor, bir davetti. Ve 200’den fazla ülkede milyonlarca insan bu etkinliklere katıldı, ve beraberce ayaklandı. Bu ilk yıl çok önemliydi, Çünkü etkinliklerin organizasyonu sırasında bu konuda yıllardır çalışan birçok grup bir araya gelip ortak çalışmalar yaptı. Herkes lokal çevresine özgü sorunları işaret etme fırsatı buldu. Bu harika gelişmelerden sonra ikinci yılında Bir Milyar, Adalet için Ayağa Kalkıyor’a karar verdik. İnsanların neden ayaklandığı konusunda çok belirgin bir mesaj vermek istedik. Bu yolda, şiddetle yolu kesişen meselelerin altı çizildi; ekonomik suistimal, ırksal adaletsizlik, cinsel şiddet hepsi bir yerde birleşiyor. Bu yıl da çok büyük global katılım gerçekleşti ve bu defa insanlar belirli noktalarda ayaklandılar. Örneğin madenlerde toplandılar ve çalışma koşullarının, doğanın, büyük kurumların daha düşük maaş

Kongo. Photo: Paula Allen
Kongo. Photo: Paula Allen

vererek çalışmak zorunda olan kadın işçilerin suistimal edilmesinin altını çizdiler. Orduda görev yapan kadınlar ayağa kalktı, askeriyedeki tacizi işaret ettiler, restoranlarda çok düşük maaşlara çalışarak müşterilerin bahşişlerine muhtaç olduklarından tacize uğrayan kadınlar ayaklandılar. Hindistan’da binek arabası kullanan sürücülere cinsiyet eğitimleri verildi, şimdi bir çoğunun arabalarında ‘benim dinim kadınlara saygı göstermek’ yazıyor. Zimbabwe’de kabile şefleri katıldı, kendi kabilelerindeki şiddet sorunlarını çözmek için adımlar attılar. Yani adalet konusunda çok belirgin adımlar atıldı. Ve bu defa Roma’da toplanan genel koordinatörler 2015 için gerçek değişimler yaşanmasını istediler ve bu yılın çağrısı; Devrim. Ve yine katılımın katlanarak çoğalıyor. Afganistan’da 32 farklı bölgede toplanılıyor, Meksika’da, Hindistan’da, Filipinler’de 250’den fazla etkinlik düzenleniyor, Amerika’nın her eyaletinde, Kenya’da, Kongo’da… Ve görülen o ki ayağa kalkışlar farklı formlarda, kimileri hükümetlerine sesini duyurmaya çalışıyor, kimileri kendi aileleri ve yakın çevrelerindeki dertleri çözmeye çalışıyor, kimileri kafa yapılarını değiştirmeye çalışıyor, kimileri asgari ücreti yükseltmek için ayağa kalkıyor. Herkes kendisi için gerekli olan değişim, devrim için ayağa kalkıyor.

Emir Gamsızoğlu'ndan V-Day Konseri, 10 Mart'ta New york'a bekleriz:)
Emir Gamsızoğlu’ndan V-Day Konseri, 10 Mart’ta New York’a bekleriz:)

EM – Böyle bir harekete liderlik etmek isteyen kadınlar ya da sanatçılar için ne gibi önerilerin olur?

Ensler – Bu kampanya ile ilgili en güzel şey, dünyanın her neresindeysen çevrendeki sorunlara işaret etmek için istediğin formda bir araya gelerek ayağa kalkabilir ve bu hareketin gerekliliğinin altını çizmek ve gücünü artırmak için kendi sanatsal ve aktivist yaratıcılığını kullanabilirsin. Ve kimsenin iznine ihtiyacın yok, sadece harekete geçip yapman yeterli.

EM – Türkiye %99 müslüman bir ülke. Ve sen dünyanın dört bir yanından farklı dinler ve kültürlerden insanlarla tanışıyorsun. Dinlerin kadına şiddet konusunda bir rolü olduğunu söyleyebilir miyiz?

Ensler – Bence birçok din erkek egemen bir temele dayanıyor. Bir çoğu kadını marjinalleştiriyor, sesini duyurmasına çok izin vermiyor, klişe kalıplara sokuyor. Kilise, sinagog, camii… genel olarak erkek egemen yerler, ve maalesef kadına karşı şiddete açık kapı bırakabiliyor. Fakat aynı zamanda bu harekete destek veren çok fazla din adamı olması konusunda ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Bir çok kilise, sinagog bu ayaklanmaya katılıyor, ve müslüman ülkelerde bu harekete destek çok büyük.

EM – Evet, Afganistan ve Irak’taki katılımın büyüklüğü çok heyecan verici

Ensler – Aynen öyle… Daha bu sabah Cidde’de, Gazze’deki bür sürü etkinliklerden haberdar oldum. Pakistan’da çok fazla bir araya gelen grup var, önümüzdeki hafta ben de orada olacağım. Libya’da, Somali’de.. müslüman ülkelerin büyük çoğunluğu bu harekete destek veriyor.

Almanya
Almanya. Photo by Nika Kramer

EM – V-Day kapsamında hep sanatsal etkinlikler düzenliyoruz. Sanatın toplumsal değişim yaratmaktaki rolü nedir?

Ensler – Sanat bizi gerçek dünyadaki ayrışmadan, birbirimizden ayrı olduğumuz ilüzyonundan uzaklaştırıp bir araya getiriyor. Bizi bazen yepyeni bir bilinç düzeyine taşıyarak kalben iletişim kurmamızı sağlıyor. Bence dans etmek kadınların travmalarını aşmalarını sağlayabiliyor, bence bedenlerimizi harekete geçirdiğimizde bu dünyada kapladığımız yeri hatırlıyoruz ve beraberce dans etmek yeni bir bilinç yaratabilecek bir enerji ortaya çıkarıyor. One Billion Rising ile ilgili en harika şey, lokal bir hareket global bir birliğe dönüşüyor ve bu çok güzel bir model.

EM – Bu global harekette sosyal medyanın nasıl bir rolü var?

Ensler – Çok önemli bir rolü var. Herşeyden önce birbirimizi görüp birbirimizden etkilenebiliyoruz. Dünyanın dört bir yanından farklı yaratıcı fikirler çıktığını görüyoruz ve gruplar birbirilerinin yaratıcılıklarından etkilenebiliyorlar.

EM – Birçok kadın, bunlar çok büyük meseleler benim küçük dünyamda yapacağım bir şey neyi değiştirir ki diye düşünebilir.

Ensler – Bence bilinçlenen ve ezilmeye karşı çıkan her birey dünyanın değişmesine yol açıyor. Bu kadar güçlü olduğumuza inanmalıyız diye düşünüyorum. Altında yaşadığımız kapitalist, erkek egemen balon bize kendimizi önemsiz hissettiriyor, sanki fikirlerimizin, yaptıklarımızın bir etkisi yokmuş gibi gösteriyor. Ama ben tam tersine inanıyorum. İster evinizde, ister köyünüzde, kiliseniz, camiinizde, iş yerinizde nerede isterseniz yaptığınız şeyler, attığınız adımlar bilinçlerin değilmesinde rol oynuyor. Yıllar boyunca bunu gözlerimizle gördük. İlk yıl destek veren erkekler de vardı, ikinci yıl daha çok erkeğin katıldığını gördük, bu yıl o kadar çok erkek bu hareketin içinde ki! Ve bence tüm bunlar tek bir kişiden başlıyor, senden başlıyor.

EM – Dünyanın farklı yerlerindeki deneyimlerin sonucunda, kadına karşı şiddeti tetikleyen bir davranış biçimi olduğunu söyleyebilir misin?

Eve Ensler - photo by B Lacombe
Eve Ensler – photo by B Lacombe

Ensler – Erkek egemen kültür değişmedikçe şiddet hep bir metod olarak kullanılacak. Bizim yapabileceğimiz, oğlanlara, genç erkeklere erkeklik denen şeyin ne demek olduğunu bir daha düşündürerek, ve başka türlü bir iletişimin mümkün olduğunu, kızlar ve kadınlara da doğruları söylemenin, sessiz kalmamanın önemini anlatmak. Hep beraber ayağa kalkıp başka türlü bir davranış şeklinin varlığını hatırlatma, ilişkilerin hükmetme, işgal etme ve hak ihlali üzerine kurulması gerekmediğini anlatma. Çünkü bence erkek egemen yaşayıştaki davranış bunun üzerine örülü.

EM – Türkiye’de ayağa kalkanlara bir mesajın var mı?

Farklı şehirlerdeki etkinliklerle harekete katılmasına ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Katılanların, hepimizin, tüm dünyada bir olduğunu hatırlamasını isterim.

Etkinliklerden görüntüleri (özellikle video) dünya ile paylaşmak için #Rise4Revolution #1billionrising hashtag’lerini kullanabilirsiniz. www.onebillionrising.org 13 Subat’tan itibaren tüm dünyadan görüntüleri blogunda paylasacak.

Milliyet’te yayınlanan röportajı okumak icin: 

http://www.milliyet.com.tr/siddete-karsi-kadinlar-devrim–gundem-2013076/

Yönetmenliğini yaptığım V-Day ekibim Eve ile! Photo:  www.jlaphotography.com
Yönetmenliğini yaptığım V-Day ekibim Eve ile! Photo: www.jlaphotography.com